Seçici kurulunda Şebnem Yalınay Çinici, Durmuş Dilekci, Şule Ertürk, Oral Göktaş ve Zeynep Hagur’un yer aldığı değerlendirme sürecinde, 158 proje arasından 56’sı Türkiye Mimarlık Yıllığı 2023’e girmeye ve sergilenmeye uygun bulundu.
Seçilen projeler arasından 12’si, Beyza Saral’ın moderatörlüğünde proje sahibi mimarlık ofisleri tarafından izleyicilere sunuldu. Bu sunumlarda, ofislerden gelen mimarlar projelerini detaylıca anlattılar. Proje alanlarıyla ilgili bilgiler ve tarihi süreçlerin yanı sıra, tasarım sürecinde alınan kararlar ve karşılaşılan zorluklar da ziyaretçilerle paylaşıldı. Mimarlar, projelerinin ilham kaynaklarını, yenilikçi çözümlerini ve uygulama aşamalarını aktararak katılımcılara kapsamlı bir perspektif sundular.
Ziyaretçiler, bu anlatımlar sayesinde projelerin arka planını ve yaratıcı tasarım süreçlerini daha iyi anlama fırsatı buldular.
Proje Sunumları
İlk panel oturumu, Ali Derya Dostoğlu ve Uğur Özer’in Baruthane projesi sunumuyla başladı. Bakırköy’de yer alan ve Per Se Mimarlık tarafından yeniden işlevlendirilen Baruthane-i Amire, günümüzdeki ismiyle Baruthane üzerine konuşan Dostoğlu, projede eski ile yeninin ayrışmasına özellikle dikkat ettiklerini vurguladı.
Bu doğrultuda, merkezdeki pavyonda, yapılara eklenen giriş saçaklarında, Millet Bahçesi tarafındaki avlu kapısının tamamlanmasında ve iç mekanlardaki asma katlarda çelik strüktür kullanımına gidildiğini belirtti.
Yüzeylerin, Baruthane’nin geçirimsiz taş duvarlarından farklılaşan ve mekanı bölmeyen, fakat belirli bir sınır çizen düzlemler oluşturduğunu ifade etti. Dostoğlu, bu yaklaşım sayesinde yapının tarihi dokusuna zarar vermeden, modern bir yorum kattıklarını anlattı.
İkinci sunumu, EMR Mimarlık Ofisi’nden Ali Emrah Ünlü ve Gözde Aytaç yaptı. Ünlü, Ayvalık Rahmi M. Koç Müzesi restorasyon projesinin hazırlanma sürecinde kagir özgün fabrika yapısının cephe düzeninin, yapıdaki izlerin, günümüze kadar ulaşmış özgün detayların, tarihi fotoğrafların ve belgelerin incelenerek onaylanmış restitüsyon projeleri doğrultusunda değişiklik yapılmadan korunduğunu belirtti.
Yapının plan şemasında ise mekansal bütünlük ve devamlılığın korunurken, müze fonksiyonunun getirdiği artan ihtiyaçları ve güçlendirme gereksinimini karşılamak için yapılan müdahalelerin yapıya en az etki edecek şekilde geri alınabilir ve ayırt edilebilir olmasına özen gösterildiğini ekledi. Bu yaklaşım, yapıyı hem tarihi kimliğinde koruyarak hem de günümüz gereksinimlerine uygun hale getirerek başarılı bir denge sağlamış.
Günün üçüncü sunumu, IND [Inter.National. Design] ve Powerhouse Company tarafından tasarlanan Çanakkale Anten Kulesi projesi üzerineydi. IND’nin kurucusu Arman Akdoğan, projenin farklı noktalara yerleştirilen fonksiyonlarıyla dikkat çekti. Girişte anten kulesi ve karşı uçta manzaraya bakan kamusal alan arasında yer alan bu yapı, Çanakkale Boğazı’nın nefes kesen manzaralarını sunan bir dış bant tarafından yeniden birleştirildiğini belirtti.
Halka şeklindeki yapı, plan ve kesit olarak kendini deforme ederek yüksek bir giriş kanyonu, altında ana kamusal ihtiyaçların yer aldığı geniş bir seyir terası güvertesi, yükseltilmiş dar bir viyadük ve son olarak bu halkayı her iki uçtan tamamlıyor gibi görünen kulenin kendisini oluşturuyor şeklinde açıklama yaptı.
Dördüncü sunum, GIRIFT tarafından tasarlanan, Gaziantep’te yer alan bir fırın ve kahveci olan Fırın’o Artisan Bakery üzerineydi. Selin Sözer Halimoğlu, markanın kurucularının dört nesildir un değirmenciliği yapan bir aile olduğunu ve Mezopotamya’nın tahıl kültürü ve zanaatini günümüz teknolojisiyle birleştirdiklerini söyledi. İç mimari tasarım yaklaşımlarının, bu aile mirasını genç ve yenilikçi bir tasarımla birleştirerek markayı farklı bir seviyeye taşımak ve sıcak, ev gibi hissettiren bir mekan yaratmak olduğunu vurguladı.
Fırın’o’nun yenilikçi ve samimi iç mekan tasarımının, müşterilerin günün farklı zamanlarında keyifli vakit geçirmesine ve keyifli deneyimler yaşamasına olanak sağladığını belirtti. Bu yaklaşımın, markanın benzersiz kimliğini vurgulayarak müşteri memnuniyetini artırdığını ve mekanın atmosferini zenginleştirdiğini ekledi.
Kahve arasından önceki son sunum, Alternatif Mimarlık Pratikleri (AAP, MEF Üniversitesi) ve Alter8 tarafından tasarlanan “Volu-te, Mikro Yaşam Birimi” üzerineydi ve sunum Ahmet Yaymanoğlu ile Nur Gülgör tarafından yapıldı. Yaymanoğlu, Volu-te projesinin İstanbul gibi metropoller için özel olarak tasarlanmış bir geçici yaşam birimi olduğunu vurgulayarak, şehirdeki artık alanlara kolayca uyum sağlayan ve gerektiğinde iz bırakmadan taşınabilen dikey ve tamamen prefabrik bir yapı olduğunu belirtti.
Gülgör ise birimin kent içi taşıma limitlerine uygun boyutlarda tasarlandığını ve minimal enerji politikalarını uygulamayı amaçladığını söyledi. Bu yaklaşımın, şehir yaşamında esneklik ve sürdürülebilirlik açısından önemli bir adım olduğunu belirtti. Projede kullanılan tasarım ve malzeme seçimlerinin, doğaya ve çevreye olan duyarlılığı yansıttığını ve modern yaşamın gereksinimlerine uyum sağladığını ekledi.
Aradan sonra ilk sunumu, Çanakkale’de yer alan Seddülbahir Kalesi üzerineydi. Projenin, rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri Arzu Özsavaşçı Mimarlık (AOMTD), yeniden kullanım projesi KOOP Mimarlık ve peyzaj projesi caps.office tarafından hazırlanmıştı. Özsavaşçı, Seddülbahir Kalesi’nde uygulama sürecinde temizlik çalışmalarının yapıldığını ve araştırma projesi sürecinde Osmanlı döneminin özel bir tarih aralığını anlamaya yönelik yapılan arkeolojik çalışmaların genişletildiğini belirtti.
Kalenin avlusuna ve girişine sonradan eklenen askeri amaçlı betonarme yapılar ve duvarların kaldırıldığını, kapsamlı arkeolojik kazılar sonucunda kalenin farklı dönemlerine ait kalıntıların ortaya çıkarıldığını ekledi. Bu çalışmaların, kaledeki tarihi ve kültürel mirası koruma ve gelecek nesillere aktarma amacıyla yapıldığını vurguladı.
Günün yedinci oturumu, Rubrum Tarım AŞ’nin Office Istanbul Architects tarafından tasarlanan yeni ofisi Rubrum Ofis üzerineydi ve tasarımı yapılmıştı. Bağın varlığının yapı konseptinin oluşturulmasında en önemli etken olduğunu dile getiren Kemal Serkan Demir, arazide devamlı hakim rüzgarlar ve maksimum verim almak amacıyla yerleştirilen üzüm bağlarının oluşturduğu lineer hatın, yapının plastiğini kurgulayan önemli bir referans olduğunu belirtti.
Farklı açılarda yaratılan yüksek estetik algı ile yapı; kimi zaman bağların aksları ile bütünleşerek topografyanın içerisine gizlenmiş bir mekan olarak algılanmasına, kimi zaman da güçlü ve vurgulu duvarları ile düşey yönde baskın peyzaj elemanı olarak algılanmasına olanak sağladığını ekledi. Demir’in açıklamaları, projenin doğayla uyumlu bir tasarımı benimseyerek çevresiyle etkileşimini güçlendirdiğini ve yapıyı çevresel faktörlerle bütünleştirdiğini gösterdi.
Oturumlar, Bilgin Mimari Tasarım tarafından tasarlanan ve Konya’nın Karapınar ilçesinde yer alan “Kalyon Karapınar 1.350 MWp GES / Merkezi Kontrol Binası” projesi ile devam etti. Begüm Yılmaz Bilgin, Türkiye’nin çöl iklimine sahip tek bölgesi olan Karapınar’da konumlanan yapının temel işlevlerinden birinin santralin kontrolünü sağlayan teknolojik bir altyapı sağlamak olduğunu belirtirken sürdürülebilir enerji teknolojilerini temsil eden bir arayüz olarak ele aldıklarını da ifade etti.
Cephe tasarımının, yapının enerjisini titizlikle kullanmasını sağlarken aynı zamanda yapı kimliğinin önemli bir parçası olarak işlev gördüğünü dile getiren Bilgin, yapının bölgedeki kurak dokuya tezat oluşturan zengin bir peyzaj avlusuyla konumlandırıldığını ve insan, doğa ve teknoloji arasında farklı deneyim mekanları sunduğunu söyledi. Projelerinin, çevreye duyarlılıkla birlikte teknolojik gelişmelere de odaklandığını ve bu dengeyi başarıyla sağladıklarını vurguladı.
Sonraki sunum, “İstanbul Senin Haliç Kıyıları Yarışması” kapsamında 2. Bölge olarak tanımlanan 230.000 metrekare alana sahip Balat-Eyüpsultan kıyı şeridinde 1. ödülü kazanan Haliç Köprüaltı Spor Odağı ve Kıyı Bağlantısı üzerineydi. Ervin Garip, proje alanında oluşturulan önemli odaklardan biri olan ve uygulaması tamamlanan Haliç Köprüaltı Spor Odağı’nın; spor sahaları, toplanma alanları, kaykay parkı, esnek spor birimi ve Haliç kıyısı ile ilişkiyi güçlendiren oturma yüzeylerinden oluştuğunu belirtti.
Geliştirilen projede, spor aktivitelerinin içe kapalı aktivitelerden ziyade açık eylemler olarak ele alındığını, spor fonksiyonlarının yaya yollarının ve toplanma meydanlarının birer parçası olarak yorumlandığını ve alanda oluşturulan basketbol alanlarının kamusal meydanın bir parçası olarak çözümlendiğini belirtti. Bu yaklaşımın, sporun kent yaşamına entegre edilerek kamusal kullanımı teşvik ettiğini ve çevreyle etkileşimi artırdığını vurguladı.
Günün onuncu sunumu, İstanbul’da yer alan ve Jeyan Ülkü Mimarlık tarafından tasarlanan Good Job Games projesi üzerineydi. Melis Kurultay, Good Job Games çalışanlarının taleplerini karşılayabilmek için neredeyse bir kamusal alanı anımsatan “Üniversite” kampüs tipolojisinin esas alındığını belirtti. Bu tasarım yaklaşımında, kapalı iç mekanlar farklı fakülte binaları gibi birbirinden ayrılırken, espas alanları ise dış mekan gibi düşünülerek tasarlandı.
Mekanın yüksekliği, düşeyde farklı kotlarda odalar ve bunları birbirine bağlayan merdiven ve köprüler oluşturulmasına imkan sağladı. Kültür Yıldız, bu alanların içerisinde tam donanımlı bir spor salonu, bir PS odası, soyunma odaları ve duşlar, bir kafe ve uyku odalarının yer aldığını ekledi. Bu tasarımın, çalışanların konforunu ve iş verimliliğini artırmaya yönelik bir yaklaşımı yansıttığını belirtti.
Günün son sunumu, Konya’da yer alan ve Teğet Mimarlık tarafından tasarlanan Çatalhöyük Ziyaretçi Merkezi üzerineydi. Ece Ünübol, Çatalhöyük Ziyaretçi Merkezi’nin, milattan önce 8. yüzyıla dayanan ve bilinen en eski yerleşimlerden biri olan Çatalhöyük antik kentinin doğu ve batı höyüklerinin arasına yerleştiğini belirtti. Projenin, ziyaretçiler için bir giriş ve yürüyüş rotası belirleyen, arkeolojik kalıntıları, kazı evini, ana yaklaşım güzergahını ve zamanında höyüklere hayat veren dere yataklarını birbirine bağlı bir bütüncül yerleşim yaklaşımı olduğunu vurguladı.
Deniz Dilan Kara ise, yerel malzemenin ve antik kalıntıların kerpiç olduğu alanda tercih edilen ahşap strüktür ve malzemenin, mevcut yapılarla yarışmadığını, onları taklit etmediğini; aksine çevresiyle incelikli bir tezat oluşturduğunu açıkladı. Bu yaklaşımın, modern mimari ile antik dokunun uyumlu bir şekilde bir araya getirilmesi ve tarihi mirasın korunması açısından önemli olduğunu belirtti.
Program, seçici kurul üyelerinin katılımıyla düzenlenen tartışma oturumuyla sona erdi. Bu oturumda, projelerin genel değerlendirmesi ve değerlendirme süreci hakkında bilgilendirmeler yapılarak katılımcılarla panelistler arasında interaktif bir platform oluşturuldu. Bu sayede ziyaretçiler, projelerin arka planlarını daha derinlemesine keşfetme ve mimarlarla doğrudan iletişim kurma fırsatı buldular.
Türkiye Mimarlık Yıllığı 2023 Proje Sergisi, 24 Mayıs’a kadar İPA Florya Kampüs Hangar binasında ziyaretçilerine açık olacak.